Son zamanların en çok sevilen oyunlarından biri olan Thief’i, PS4′e gelmeden önce PS3 üzerinde sizler için inceledik. Bu karanlık dünyada geçen ve yeri geldiğinde korkutup, yeri geldiğinde heyecanlandıran oyunu denemenizi mutlaka öneriyoruz. Ve tabi ki serinin ilk oyunundan başlayıp öyle ilerleyin, 3. oyundan başlarsanız ilklerini oynamadığınıza pişman olabilirsiniz. İşte Thief PS3 inceleme yazısı.
Thief yine klasik Steampunk ve Victorian dönemi evliliğinden doğan o tanıdık karanlık fantezi kimliğiyle karşımıza çıkıyor. Öyle kompleks ve havalı isimlerle uğraşmadan gayet basit ve yalın adıyla soyulmayı bekleyen “The City” yani Türkçesiyle tam olarak “Şehir” yeni Thief’teki oyun alanımız. Garrett şehrin göbeğindeki saat kulesini kendine mesken tutmuş ve şehrin zengin kesiminin cebindekileri aşırdıkça birikmeye başlayan yığınını buraya istifliyor.
Usta bir hırsız olsa da Garrett’ın çeşitli prensipleri var tabii yine. Genç ve yetim bir çocuk olarak hayatta kalmak için sokaklardaki hayatı öğrenen ve hırsızlık yapmak zorunda kalan Garrett, başkalarına güvenme konusunda genelde isteksiz bir kişiliğe sahip. Bu nedenle çoğunlukla yalnız çalışan Usta Hırsız için bunun tek istisnası eski çırağı Erin. Ancak o da ustasıyla tam zıt kişiliği ve öldürmeye olan hevesi yüzünden Garrett’la yollarını ayırmak durumunda kalmış. Garrett’ın kadim dostu Basso’nun hatrına kabul ettiği bir görev sırasında bu ikilinin yolları kesişince, oyunun hikâyesinin ana hatları da belirginleşmeye başlıyor. Bir tarafta kendi ideallari ve prensipleri olan usta bir hırsız; diğer tarafta da sabırsız, asi ve genç bir çırak olunca işlerin ters gitmesi uzun sürmüyor tabii. Görevlerini nasıl tamamlayacaklarına dair tartışırlarken Northcrest Manor’daki camdan kubbenin çökmesiyle korkunç bir ayinin ortasına düşmeleri de bir oluyor. Garrett Erin’i kurtarmaya uğraşıyor ancak nafile…Kendisi bile paçayı zor yırtıyor. Ya da acaba yırtıyor mu? Zira orası da apayrı bir muamma! Garret gözlerini açtığında nasıl kurtulduğuna dair en ufak bir fikri bile yok ve üstelik bir de sağ gözü normalden farklı şeyleri görebilmeye başlıyor! Ha, tabii bir de Basso’nun söylediğine göre Northcrest Manor’daki olayın üzerinden tam 1 yıl süre geçmiş durumda.
Buraya kadar bahsettiğim şeyler zaten oyunun videolarında da bas bas bağırılan, ilk 15-20 dakikada maruz kalacağınız olaylar zincirini içeriyor. Bundan sonrasındaysa önceki Thief oyunlarına göre daha yoğun bir hikâye akışı mevcut. Garrett’ın psikolojisinin ve geçmişinden gelen hayaletlerin bol bol irdelendiği bu hikâye akışı, aynı zamanda onu sık sık baş düşmanına karşı da sınıyor: Baron’un “Thief-Taker General” lakaplı sağ koluyla yani… Şehirdeki tüm hırsızlara savaş açan bu general, en ufak bir acıma duygusu bile göstermeden yakaladığını asmaya başlıyor. Oyunun başlarında çıktığımız bir görevde kendisinden pek kıymetli bir yüzüğü çalınca yeni takıntısı ve hedefi de biz oluyoruz haliyle. Bu noktadan sonra da Garrett ve generalin yolları sıkça kesişiyor zaten. Bir Garrett’ın, bir generalin üstünlük sağladığı bu kesişmeler hikâyeye dinamik bir seyir kattığı için benim hoşuma gitti doğrusu.
Hikâye her ne kadar oyunun önemli bir parçası olsa da Thief diyince insanın aklına asıl gelen şey oynanış. Açıkçası Eidos Montreal’in oyunu ilk duyurduğunda yaptığı açıklamalar bana pek de iç açıcı gelmemişti. Focus diye yeni bir sistemin eklenmesi ve etrafta etkileşime gireceğimiz şeyleri aydınlatması, gideceğimiz yolu belirtmesi Thief’in genel zorluğuna ters şeylerdi ne de olsa… Neyse ki serinin eski oyuncularının tepkisi en azından bu açıdan Eidos Montreal’i yola getirmeyi başarmış. Oyunun genel zorluğu aynen yerinde duruyor. Hatta aslında “aynen duruyor” demek yeni Thief’in biraz hakkını yemek bile olabilir. Çünkü oyunun zorluğunu öncekilerden çok daha acımasız ve zor bir seviyeye de çekmek mümkün. Mesela “Eğer Garrett herhangi bir düşman/köpek/kuş tarafından farkedilirse oyun sona erer ve baştan başlanır” gibi fantastik bir seçenek koymanız mümkün oyunun zorluğuna. Üstelik The Dark Project’i, The Metal Age’i ya da Deadly Shadows’u yalayıp yutmuş da olsanız, zaman zaman çok hızlı ve ne olduğunu anlamadan farkedildiğiniz mutlaka olacak. O kadar abartmak istemezseniz yine sorun değil. Focus’u ve yeni oyunda eklenen özellikleri falan kapatıp orijinal Thief tadını yakalamak da yine mümkün. Her şeyden öte Call of Duty’nin yeni nesile hediyesi olan “büyülü şekilde arkasında duranı iyileştiren siperlerden” muzdarip değil hiç olmazsa oyun. Hasar aldınız mı kendinizi iyileştirmenin yolunu bulacaksınız, yoksa iki gıdım sağlıkla bölümün kalanını nasıl geçeceğinizi kara kara düşünürken bulabiliyorsunuz kendinizi…
Zorluk açısından durum böyleyken böyle. Thief’i Thief yapan bir diğer öğe etrafta “yağmalanacak” şeyler olması. Eh, “The City” büyük bir şehir ve madem görevler arasında dilediğimiz gibi şehri gezip tozabiliyoruz, çatılardan çatılara sekerek evlere girip değerli mücevherleri falan çantamıza tıkıştırmasak bir şeyler eksik kalırdı. Her eve girmek söz konusu olmasa da, bazı evlere gizlice sızmak mümkün. Dahası, pencerelerin altından geçerken kulak misafiri olacağınız muhabbetlere dikkat kesilirseniz sağda solda saklanmış ve normalde pek de gözünüze çarpmayacak bazı hazinelere kavuşmanız da mümkün. Mesela kumar bağımlısı kocası pek değerli yüzüğünü satmasın diye yüzüğü sakladığı yeri arkadaşına anlatan kadının yüzüğünün nerede olduğunu bu şekilde öğrenebilirsiniz. Ama Garrett’ı asıl “Usta Hırsız” yapan şey bunlar değil tabii. Herkes evin pervazını bir levye yardımıyla kanırtıp açabilir. İşin asıl hassasiyet isteyen kısmı hareketli ve sizi farkedebilecek hedefleri soyup soğana çevirmek. Ve Garret bu konuda o kadar becerikli ki, soylu hanımların küpelerini onlar farkına bile varmadan kulaklarından çalabilmek onun için hiç de zor değil.
Önünüze geleni kesip biçmeye gerek kalmadan soyup soğana çevirebiliyor olmak, paraya sıkıştığınızda katliam yapma dürtünüzün de önüne geçiyor. Gerçi zaten isteseniz de yakın dövüşe girmek pek de parlak bir fikir olmuyor çoğu zaman. Garrett çevik bir karakter ve zamanlamanızı doğru tutturursanız çoğu hamlenin önünden kıvrak bir şekilde sıyrılmanız mümkün. Ancak birden fazla düşmanla karşı karşıya kaldığınızda -ki eğer alarm verilirse genelde kalıyorsunuz- bir şekilde düşmanınızın kılıcı böğrünüzle buluşmayı başarıyor. O yüzden illa birini öldürmeniz gerekiyorsa uzaktan ya da gizlilikle işinizi görmek her zaman daha mantıklı. Hatta aslında en iyisi, Garrett’ın hırsızlık prensiplerini benimseyip mümkün olduğunca kimseyi öldürmemek. Bunu başarmak için her türlü alet edavata sahipsiniz ne de olsa. Serinin alameti farikası haline gelmiş olan çeşitli oklar yerini aynen koruyor: Yükseklere tırmanmak için ip oku, düşmanı bayıltmak için zehirli gaz saçan ok, düğmelere uzaktan basmak ve ses yaratmak için düz uçlu oklar, yerdeki yağ birikintilerini ve düşmanınızı yakmak için yanan uçlu ok, kendinizi gölgelere sarmalamak için her türlü ateş kaynağını söndüren su oku… Onlar yetmediyse yakın mesafe için emektar Blackjack yine emrinize amade. Hazırlıksız yakaladığınız düşmanı tek hamlede indirdiği gibi, doğrudan üzerinize gelen düşmanlara karşı da fena iş görmüyor. Ama dediğim gibi, bence en iyisi mümkün olduğunca çatışmaya girmekten kaçınmak. Zira göğüs göğüse çarpışmalara girmek ne Thief’in, ne de Garrett’ın güçlü olduğu bir özellik değil.
Gelelim dananın kuyruğunun koptuğu noktaya… Thief şu ana kadar saydığım alanlarda gayet güçlü bir portre çiziyor, ancak bu oyunun kusursuz ya da mükemmel olduğu anlamına gelmiyor. Hatta tam aksine, oyunun ciddi problemlerine an itibariyle giriş yapıyoruz. Eidos’un bize açık uçlu, dilediğimiz gibi gezebileceğimiz gotik, kocaman bir şehir vermiş olması süper. Ancak şehrin ufak ufak parçalara bölünmüş olması ve keşif sürecinin sıkça yükleme ekranlarıyla bölünüyor olması oyunun ruhundan çok şey götürüyor. Buna rağmen keşif yapmakta ısrarcıyım deseniz de kaçış yok! Tam sinsi sinsi etrafı kurcalarken programcıların size kurmuş olduğu hain bir tuzak sonucu kendinizi yükleme ekranının ortasında, ipucu yazısını okurken buluyorsunuz az ilerlediğinizde. Az önce dediğim gibi bazı evlere girebiliyor olmak çok güzel, ama bunun oldukça sınırlı bir çerçevede gerçekleşiyor olması da yine yapımcıların vaadettiği “açık şehir” anlayışıyla uyuşmaktan çok uzak. Gerçekten bir hırsız gibi davranıp gizlice ilerlemek gerçekten keyifli, ancak iş göğüs göğüse çarpışmaya gelince olay Blackjack’i sallayıp bir yandan da geri çekilmeye çalışmaktan ibaret olmaya başlıyor. (Hoş, bence zaten Garrett çok mecbur kalmadıkça göğüs göğüse mücadeleye girmemeli ya…) Hikâye baş düşmanımızın sahneye girmesi ve Garrett’ın zihnindeki hayaleti kovalamasıyla ilginç bir şekilde gelişmeye başlamışken sonlara doğru kendini salıveriyor… Kısacası Thief’in iyi yaptığı her şeyin tam karşılığında bir de batırdığı bir konsept mevcut. Zamanında duymaktan çok sinir olduğum bir kalıp olsa da tam bir “Zeki çocuk aslında, çalışsa yapar ama çalışmıyor…” durumu mevcut.
Hepsinin üstüne bir de belli ki “Next-Gen”i hedef alarak yapılmış bir oyun yeni Thief. TressFX gibi yeni ve güzel teknolojileri desteklemesi, Dual Shock 4′ü kullanış şekline falan bakınca bunu açıkça görebiliyoruz. Next-Gen kafasıyla tasarlanan oyunu PS3 ve Xbox 360′a da çıkartmak kimin fikriydi bilmiyorum, ama onu bulup kötürüm eşek sudan gelene kadar sıkı bir dövmek istiyorum. Zira ne PS3, ne de X360 Thief’in “kısılmış” grafiklerini kaldırmayı beceremiyor. Bu da sıkça frame atlamaları ve hatta donmalarla karşı karşıya kalmamıza sebep oluyor. Oldu da dişinizi sıkıp devam edeceğim derseniz görüş alanınıza girdikten sonra bir anda pat diye beliren kaplamalar, ses-görüntü senkronizasyonunun kayması gibi sorunlarla sıkça karşı karşıya kalmaya başlayacaksınız. Ben bir ara sesin komple gittiğini ve arka planda vızıldayan müzikle başbaşa kaldığımı bile biliyorum vallahi… Kısacası “eski jenerasyon” Thief’e göre değil. Alacaksanız bu versiyonlarından kesinlikle uzak durun.
PC, PS4 ya da Xbox One sürümlerinden birini edinirseniz yine çok rahata ereceğinizi söyleyemem. Zira Thief bug açısından eli açık davranan bir oyun. Düzgün bir hale gelmesi için çok temizinden 1-2 aylık daha test sürecinden geçmesi gerektiği gayet ortada. İrili ufaklı tonla bugla karşılaştıysam da oyunda ilerlememi engelleyecek kadar büyük bir sorunla karşılaşmadım ama neyse ki. Oyunda bir “aceleye geldi” hissiyatından kurtulmak pek de mümkün değil anlayacağınız. Yine de iyisiyle kötüsüyle yıllar sonra bir Thief oyunu oynamak iyi geldi doğrusu. Tomb Raider ya da Deus Ex vakalarında olduğu gibi çok başarılı bir diriliş değil bu sefer karşımızdaki, ancak potansiyel sahibi olduğu ve eğlenceli vakit geçirtebildiği de aşikar. Serinin eski hayranlarından birisiyseniz en azından eski günlerin hatrına bir göz atmaya değer…